18 Temmuz 2008 Cuma

limonata tadında

ali muhiddin hacı bekir'in eminönü'ndeki güzelim dükkanına bir hışımla, kendime son derece güveniyormuş gibi görünerek rank diye girdim. ne istediğimi biliyorum, hemen alıp çıkacağım. gözlüğümü çıkardım. kasaya doğru yürüdüm, biraz bekledim. kasadaki arkadaş "buyurun hanımefendi" dedi. bir daha güvendim kendime. "şu çikolatalı lokumlardan var mıydı?" diye sordum. oteldeki arkadaşlara birşeyler götüreyim istiyorum. akşam beş çaylarında kurabiye, poğaça ikram ediyorlar, öğlenleri yaptıkları patlıcanlı güveci, bulgur pilavını benimle paylaşıyorlar ya, biraz ayıp oluyor. "hemen efendim." ama acentedekilere de ayıp olacak. " iki tane yarım kiloluk paket almak istiyorum". bir yandan da etrafı kesiyorum. ne kadar güzel dükkan, her yeri eski, dökülüyor, kapıdaki kadınlar açık pencereli mermer tezgah üzerinden hindiba şerbeti veya limonata alıp dikiyorlar kafalarına serin serin. "limonata ikram edelim mi size, içer misiniz?" amanin, içmez miyim? yoksa eşek kadar pahalı mı bu aldığım lokumlar? niye birşeyler ikram etmek istiyorlar? ekabir müşteri durumuna mı düştüm? "ne kadar kilosu?" "yarım kilosu 24, iki paket toplam 48 YTL efendim". ohara junction into the subject. ne kadar pahalıymış! iptal edemeyiz şimdi. birden panik oluyorum. çaktırmayalım. neden cebi dolu, zengin müşteri konumuna düştüm ki şimdi? 100 gr alsaydım ikram edilmez ki ama. "tamam iki paket olsun." "limonata?" off bee. içmeyi de o kadar istiyorum ki, iki kere baktım limonatanın şırıltılı şelalesine. "peki, çok teşekkür ederim, çok naziksiniz" allam ne kadar pahalı birşey almış olmalıyım ki, adam cidden müşteriye ayıp olmasın modunda limonata ikram ediyor." oturmak ister miydiniz?" yapma abi ya.. ne halt ettim ben ? palaks bardakta buz gibi, üzeri terli limonata geliyor. adam hiç üşenmemiş, ikram nasıl olsa, fazla doldurmayayım dememiş, ağzına kadar doldurmuş. hiç dökmeden de getirdi. bardak yapış yapış da değil. "çok teşekkür ederim, sağolun" bir yudum alıyorum. limonata o kadar güzel geldi ki, kafama dikip bitirmemek için zor tuttum kendimi. ona kadar saydım, bir yudum daha. ona kadar say, aman dibinde o minik limon lifçiklerinden de var. naneli mi ne? "lokum da alır mıydınız?" abi yapmayın, can evimden vurdunuz beni. gitti paralar diyorum ama yemeden de edemiyorum.
pakedi bir güzel rafyayla sarıyor kasadaki terli adam, rafyaları da makasla kıvırttırıyor, bir güzel bayramlık şeker ambalajında tek tek torbalara koyuyor aldıklarımı. cüzdanımdaki tek elliliğe bakıyorum, kredi kartıyla mı ödesem? adam bana iki YTL uzatınca onu almasam mı, limonata ikram etti ya, bahşiş gibi olur. ama o zaman elli lira vermiş olacağım, niye kastım ki ben o kadar? "teşekkür ederim." "yine bekleriz efendim". biraz zor gelirim buraya ben bu sene . bunu unutmam zaman alacağına göre... ya bana da ikram etmezlerse lokumu verdiğimde, hepsini yerlerse? yok yahu, ikram ederler. nasıl oldu, ben nasıl zengin müşteri klasmanına girdim. "iyi günler hanımefendi." "hayırlı işler". kapıdan çıkıyorum. elimdeki paketler elimde değilmiş gibi hızlı hızlı, kendimden emin adımlarla yürüyorum. gözlüğümü de taktım. aha da yoldaki araba durup bana yol verdi. allam nasıl oldu bunlar? bir koşuda eve gidesim var ama hava çok sıcak. limonatanın şekeri ağzımın kenarına yapışmış, yalanınca tadı yine geliyor ağzıma. çok güzel gitti bu sıcakta...

15 Temmuz 2008 Salı

neredeyse kafam kadar bir boşluk bu içimdeki.. şeytan diyor ki kopar at; yenisi çıkmasın. yarım kalanları tamamlayamadan.